Bak baştan diyeyim sana, Kemal’i okumayı Pamuk’u okumaya tercih ederim, içim sıkılıp dara düşsem Kemal sayfalarım var sığınacak fakat her ikisine de rahatça benim derim.
Peki neden böyle “tehlikeli” bir karşılaştırma yapıyorum; çünkü herkes bilse de kimse yapmıyor, bilen de dillendirmiyor; o yüzden. Madem herkes bilir, yazalım. Bu arada derdim kimseyi karalamak ya da övmek değil; zaten onların imgeleri yanında bu fakir kim ki! Sadece memleketin iki dünya yazarını kendimce karşılaştırayım dedim. Buyur başla:
Kemal, hayatı boyunca bildiği şeyleri anlatmış, röportajlarını roman diye değil, röportaj olarak yayımlamıştır. Pamuk ise bilmediklerini roman yazmak yoluyla öğrenebilir.
Kemal’i okurken insani bir şeyler dokunur; balkona çıkmak, sigara içmek, biraz ara vermek isteyebilirsin, soluk soluğadır metni. Pamuk çok profesyoneldir; cümleleri, kurduğu atmosfer karşısında hayran kalabilirsin fakat kitap bittiği zaman sadece bitmiştir. Sana büyülü, âşık, tutkulu bir ruh üflemez Pamuk. Kemal’de balık yediğin zaman denizi içmiş gibi olursun. Açılmak, yırtmak, aşmak, dışarılara çıkıp delirmek, bir yerleri yakmak istersin. Pamuk’ta iyi bir yemek yemiş, iyi sevişmiş, iyi şarap içmiş gibisindir. Biri bir şeye başlatır, diğeri bir yerde bırakır.
Kemal’in oynaşan renkli ışıkları vardır, “kirp diye kesilen” sesleri; Pamuk’unsa kullanışlı bir karanlığı bulunur… Kemal’de yaylada yapraklar hışırdar, Pamuk’ta odandan izlediğin manzara.
Kemal’in karakterlerini tanırsın, canlıdırlar. Bildik dünyadan bilmediğin şeyler aktarırlar. Kitaptan sonra da yaşar onlar. Pamuk’un kahramanları sayfanın sonunda edebiyatın sonsuz tarihine karışır. Misal Celal Salik, varlığını sadece Mevlana Celaleddin’e borçludur, sayfalarda sürer yaşamı. Abdi Ağa ise oradadır, sayfayı çevirirken bir yumruk çakacak olursun suratına. Deniz kasabasında yaşayan çocuk Salih, kanlı canlıdır, yanaklarından öpmek istersin, Füsun’u düşünüp tahrik olma şansın yoktur oysa.
Kemal, romanı piyasaya çıkmadığı zamanlarda da konuşur, eleştirir; Pamuk’un konuşmasını genelde yeni romanlarına borçlusundur.
Kemal Türkçe’nin piridir… Pamuk’un Türkçe hâkimiyeti Kemal ile zor yan yana gelir. Dilinin ustası olmadan Nobel alabilmiş tek yazar Pamuk. Fakat kendisinin de Kara Kitap’ta söylediği gibi: “Burası ne tuhaf bir ülke, siz ne tuhaf okurlarsınız…” Bana Pamuk için şunu diyen yazar gördüm: “Dil kusuru var ama iyi okunuyor.” Nesi okunuyor diye soruyorum. Yazdığı, diyor. “Neyle yazıyor, dille değil mi” diyorum. Olsun, diyor. Yaşar Kemal’de öyle değildir işte.
Kemal Tristram Shandy’yi bilmeyebilir, Pamuk bilir. Kemal Finnegans Wake’i orijinal dilinde okuyamayabilir, Pamuk okumayı en azından denemiştir. Kemal Harvard’da edebiyat dersleri veremeyebilir ama Pamuk vermiştir (gerçi Calvino’nun Amerika Dersleri ile karşılaştırın, Saf ve Düşünceli Romancı neredeyse berbat gibidir). Kemal’in, Pamuk’un hatmettiği kör Borges ile arası nahoş olabilir. Fakat gel gör ki bir gözü kör olan, Homeros gibi, Milton gibi, Kemal’dir…
Kemal’in trajedisi var, acısı sahicidir, esmerdir. Pamuk ise, bak tekrar diyorum kötü demek değildir bu, beyazdır. Kemal’i Pendik’te sabah bırak, kahveden kahveye girip masalarda sohbet ede ede inip akşam rakı içer Kadıköy’de; Pamuk’un ise ilk tercihi biraz gözlem çalışmak ya da taksi çevirip odasına dönmek olabilir. Taksi dönen bir şey midir, neden çevrilir, Kemal hiç düşünmez, Pamuk düşünür.
Kemal şanslı doğmamıştır; iç gömleğine dikili bozuk paralarla 28 yaşında geldiği İstanbul, Pamuk’un zaten doğduğu şehirdir. Kemal orta üçten matematik yüzünden terk, Pamuk mühendislik okumuş, matematik bilir. Kemal konar göçer, Pamuk yerleşiktir. Kemal köylü, Pamuk dünya vatandaşıdır; üstelik her ikisi de nefistir, en beteri kasabalılıktır: Köylü, doğayı bilir, insanın özünü; dünya vatandaşı şehri, metropolü… Kasabalıysa çıkmazdadır, köylüden de şehirliden de nefret eder.
Pamuk’un kitapları hapishanelerde “belki” okunurken Kemal’in kitapları “kesin” okunur.
Kemal’in davaları her zaman Avrupa’da haber olmaz. Çünkü onun böylesi bağlantıları sürekli el altında değildir.
Bir keresinde Ferhan Şensoy daktilosuyla birlikte bir otele atar kapağı. Yazı yazacak. Gece ikide başlar, beşe kadar şakada şukada gider. Sabah beş buçukta girer yatağa. Tam uyuyacak, alt kattan başlar bu kez; şıkır da şıkır… Bu sefer de o uyuyamayacaktır: Sabah kahvaltı salonunda kahve aranırken alt kattaki komşusunun Yaşar Kemal olduğunu fark edecektir. Usta, Ferhan’a yanaşarak gürler: “Sen miydin ulan! O saatte yazı mı yazılır oğlum, erken kalkıp yaz…” Pamuk’un ise çalışma evi vardır.
Kemal sadece sağcılar tarafından vatan hainliğiyle suçlanır; Pamuk hem sağcılar hem solcular.
Kemal yüksek sesli, Pamuk saygılı; Kemal komünist, Pamuk değil.
Gözlerini kapat, Kemal’in anlattığı yerleri gör; Pamuk’ta bu durum biraz zor; birkaç kitap daha yazması gerekebilir. İyi yazarda bu şart mı, tabii ki değil; karşılaştırma yapıyorum. Yoksa Al Gözüm Seyreyle Salih de başyapıt, Kara Kitap da…
Kemal’in hiçbir kahramanı, ortaokulda giydiği ceketi, kız istemeye giderken, yirmi beş yaşında giyemez. Kemal’in hiçbir kahramanı sabaha kadar otuz bir çekemez; çünkü sabaha kadar, o kadarı da “çekilmez”, adam ölür. Ama Pamuk’ta bu tür şeyler olabilir.
Kemal aynı Tolstoy, Nabokov gibi Nobelsiz, Pamuk ise Soljenitsin gibi Nobelli. Ama Türkiye kötücül bir ülke olduğu için bir “yazarımız” Nobel aldığında başka yazarlarımız hakkında imza toplayıp ona hain diyebilir.
İkisi de ömrü boyunca tek kitap yazdı, ikisinden de çok şey öğrendim, teşekkür ederim.
Bu arada ikisi de ölmemiştir…