İyi okur, nasıl okur?

‘Okurluk’ üzerine Kadıköy’de atölye düzenleyen yazar Onur Caymaz, ‘’Dünyada geçirdiğimiz zaman sayılı. Okuyacağımız kitap sayısı belli. Bu verili zaman içinde ruh üfleyeceğimiz kitapların sayısını ve kalitesini iyi seçin’’ diyor

“Okumak yazmaktan öte bir iştir, daha uysal, daha uygar, daha entelektüeldir…” diyor yazar Jorge Luis Borges. Mark Twain de “İyi kitaplar okumayan biri, hiç kitap okumamış sayılır” görüşünde. Görünen o ki ‘okur’ olabilmek, yazılı bir metni okuyabiliyor olmaktan çok daha ötesi. Bu konuya eğilen yazar Onur Caymaz, bir süredir ‘okurluk okulları’ düzenliyor. Caymaz’ın Yaratıcı Okurluk Atölyesi’nin 15. dönemi 27 Mart’ta Kadıköy’deki  Alakarga Atölye’de başlayacak. Biz de Caymaz ile ‘okuma halleri’ni konuştuk.

– Şöyle başlayalım; sizce ‘okur’ kimdir?
Okur, okuyan kişi. Geniş zamanda tek kelimelik cümle aslında “okur”, gizli öznesi de “o”. O, okur… Birinin sürekli okuduğu belirtiliyor. Demek ki okur, sürekli, geniş zamanda, her zaman okuyan biri. Nasıl okuyor; geniş zamanda, sürekli; fakat ne okuyor, neleri okuyor; kelime bunu belirtmemiş
Yaşlı biri bu okur dediğimiz kişi. Bundan altı bin yıl önce ortaya çıkan, bir taşın üzerine yazılı (çizili diyelim) şeyleri okudu önce, gördü ve anladı. Anlamak! Demek ki okurluğun en önemli kriteri anlamak. Çözen, anlayan adam okur. Nâzım’ın “anlamak gideni ve gelmekte olanı” dediğini hatırlamak gerek.

O ilk taş tabletten, bugün artık elektronik tablete kavuştu, gelişti okur; bilmediği her şeyi anında Google’da aratabiliyor. Fakat geliştikçe de kayboldu, kayıp biri. Ne diyordu Oğuz Atay, “ben buradayım ey okur, sen neredesin…” Evet, okur bugün artık kâğıtlar, kitaplar, defterler, e-kitaplar, korkunç gazeteler ve benzer basılı malzeme arasında bir kayıp.

Kötülük Çiçekleri’nde bir yerde Baudelaire, Okuyucuya adlı şiirinde okura “kardeşim, benzerim benim, ikiyüzlü okuyucu” diye seslenir. Kayıp, ikiyüzlü, yaşlı ama genç, özgür ama bağımlı, dikkatli ama dikkatsiz, az ama kalabalık bir kitle okur…

– ‘’Yazar’’lıktan önce ve öte, Onur Caymaz nasıl bir okurdur?
Maymun iştahlı bir okurum… Cidden.. Bazen birkaç kitabı bir arada okuyan, bazen ilgileri çok farklı yönlere kayabilen ama ne olursa olsun mümkün olduğunca kitaplar, belgeler, yazılı kâğıtlar, ansiklopediler, şiirler arasında kalmaya gayret eden biri.

Atölyede de söylerim, okur, kendi kültürel gündemini yaşayan adamdır. Ayşe Kulin’in yeni romanının çıkması ya da “pek ünlü” bir yazarın kitabının bilmem hangi yabancı dile çevrilmiş olması, onun umurunda değildir, kendi edebiyatını, kendi kitaplarını, kendi gündemini yaşar o. Ali Lidar’ın varlığıyla değil, Salâh Birsel ya da Baudelaire’nin artık olmamasıyla; Murat Menteş’in “harika” romanlarıyla değil, misal Jean Echenoz’un yeni çıkan kitabıyla ilgilenir.

İYİ KİTAPLAR OKUMAYAN BİRİ HİÇ KİTAP OKUMAMIŞ SAYILIR

– İnsanların okurluk eylemine dair gözlemleriniz neler?


Mark Twain’in bir cümlesi: İyi kitaplar okumayan biri, hiç kitap okumamış sayılır. Temel derdim de bu. Geçtiğimiz hafta, aynı zamanda telefon kılıfı da satan bir kitapçıya (ki kitapçı da sadece kitap satılır, kılıf değil) Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sını Elif Gibi Sevmek -2’nin altında gördüm, çıldırdım. Sabahattin Ali, bu tarz bulamaç kitaplarla aynı kategoriye konacak yazar değil; kaldı ki zaten sadece Kürk Mantolu Madonna da değildir Ali, asıl İçimizdeki Şeytan’ın, Kuyucaklı Yusuf’un yazarıdır o.

Bu anlamda okurluk, arkeolog titizliği gerektiren bir meslektir de. İyi okur, iyi yazarı; iyi yazar da iyi okuru geliştirip yetiştirir. Bunların ikisi de birbirine ihtiyaç duyar. İyi okurların olduğu bir edebiyat ortamında, kötü yazar barınamaz. Çünkü iki tür kitap vardır, iyi yazılmışlar ve kötü yazılmışlar. Susan Sontag bir yazısında şöyle der: “Bir kitabı iki kez okuma gereği duymuyorsanız, ilk kez de okumayabilirsiniz.”

– Bu sözler ışığında; Okur olmak neden mühimdir sizce?
Dünyanın en eski nesnelerinden biridir kitap… Üstelik sadece birkaç kez biçim değiştirmiş, çok eski bir icat. Fakat kitabın, kitap olabilmesi için tek bir şartı vardır: Okur… Okur olmadığı zaman kitap yoktur, kıyıdaki çakıldan farksızdır. Bir kitap, hiçbir okuru yoksa, sayfalarına göz değmemişse kitap sayılamaz. Kitabın kitaplığı için en az bir okur gerekir.

Üstelik kitap, dünyanın en değerli nesnelerinden biri. Kitap olmasa, kimse kendine başka kimse bulamaz. Başka taraf, başka dünya, başka hayat, başka mükafat, başka aşk… Bu anlamda okur olmak, dünyanın en değerli nesnelerinden biri olan kitaba can veren kişi yapar sizi, nice önemli olduğunu düşünün.

Dünyada geçirdiğimiz zaman sayılı. Okuyacağımız kitap sayısı belli. Bu verili zaman içinde ruh üfleyeceğimiz kitapların önce sayısını sonra da kalitesini düşünün. Hiçbir okur, kötü yazılmış kitapları hak etmiyor değil mi?

– Yıllardır hep söylenegelir ülkemizde okuma alışkanlığının pek olmadığı. Bu neden böyle, sizce ve değiştirilebilir bir durum mudur bu?
Bana fuarlarda, seminerlerde falan sık sık sorarlar. İşte bizim çocuk okumuyor, kitap sevmiyor, ne yapalım diye. Net bir cevabım vardır: “Siz okuyor musunuz?” Hemen yüzler düşer, “bizim vaktimiz yok Onur Bey, iş güç” derler. Cevap veririm: “Sizin okumaya vaktiniz yoksa, çocuğunuzun da olmaz… Siz bir alkoliğin hiç vaktim yok, param yok, bu yüzden alkol alamıyorum dediğini gördünüz mü?”

Neden çocuğunuz için önce sizin okur olmanız gerekir? Çünkü çocuk milleti, ana babasını ne yaparken görürse onu yapar. Ana babanın yap demesi yetmez, dediklerini önce onların yapması gerekir.

Çocukları kitaplardan uzaklaştırmaya yetecek bir eğitim sistemi var. Bizim zamanımızda beterdi, şimdi daha da beter. Çocuklara şair diye Ozan Arif’i tanıtan kitaplar tedavülde. Edebiyat ortamımızın durumu da belli. Hal böyle olunca genç insanların delice kitaplara koşmasını beklememek gerek.

Bir de son on yılda “soru” değil “şükran” toplumuna dönüştürüldü ülke. Bu da merak duygusunu yok eden bir dönüşüm. Merakın olmadığı, eleştirel aklın bulunmadığı, rasyonel bakışın yok edilerek biat kültürünün yeşertildiği yerde kitap okunmaz. Ya da okunsa bile dediğim gibi Allah De Ötesini Bırak okunur.


– Biraz şöyle bir durum var gibi hissediyorum, son zamanlarda Bavul, Ot gibi dergilerin de artmasıyla birlikte; artık herkes ‘yazar’ olmak istiyor. Bilmem katılır mısınız?
Herkes yazar oldu zaten, maalesef. Daha doğrusu herkes yazar edildi. Kültürel olarak çöle dönmüş yerlerde her vasatlık bir mucize olarak pazarlanır. Bunca vasat yazar da bu dergilerden türüyor ne yazık… Korkunç bir şeye dönüştü süreç. Bisküvinin arasındaki krema gibi özledim seni yazıyor ve kendisini Rilke sanarak ortalıkta küçük şair şeklinde geziniyor bu tip arkadaşlar… Üstelik bu tarz dergilerin ucuzluk ve kolaylığı, yaygınlığını artırdı. Kötülük, kolaydır unutmayın.

–  Okumak üzerine söylenmiş pek çok söz var…
Evet. Çünkü iyi kitaplar, bizim atölyede de sıkça belirttiğimiz üzere, sizi başka başka kitaplara, yeni yazarlara, yeni yaşamalara yönlendiren kitaplardır. Bir kitabı açarken yaşayan sizle, o kitabı bitirip kapattıktan sonra yaşayan siz hâlâ aynı kişiyseniz o kitap zaman kaybıdır.

– Bu kadar çok kitabın / derginin yayınlandığı bir yazın dünyasında, okur kim/kimler? Yani şöyle sorayım; bu kadar çok kitabı okuyacak okur var mı?
Tabii ki yok. Neden olsun. İçlerinde zaten her dergide sürekli gördüğümüz gudik insanların da bulunduğu, birbirinin neredeyse aynı yazılmış, kendisinden bile sıkılmayan, yüz yıldır aynı şeyi aynı şekilde yazan dolu yazarın dolu kötü kitabını neden okusun insanlar. Kötü olan her şey, başında veya sonunda batmaya, bitmeye yazgılıdır. Üstelik iyi olanların bile zaten hiç okunmadığı bir yerde kötü olanların çok okunduğunu mu sanıyorsunuz?

Bakın okur dediğiniz şunun şurasında iki yüz elli bin kişi, bunların büyük kısmı da aslında yazan insanlar. Bana kalırsa saf okur, okumayı, yazmanın önüne koyan kişi, hatta gerekirse şunu diyen: “Bunları yazmazsam ölür müyüm, ölmem, o zaman yazmayayım” Çok büyük ihtimalle her şey yazıldı zaten ama yazılanların çoğu anlaşılmadı, yeniden, yeni biçimlerle yazılmalı. Voltaire, “yaratıcılık, titizce düşünülmüş taklitlerden başka bir şey değildir” der. Titizce.. 2016 yılının yazarı, noktalı virgül işaretini bilmiyorum abi, onu da editör koysun diyemez yani!

– Bestseller’lar, kişisel gelişim vb kitaplar okur olmayı nasıl etkiliyor sizce?
Çarpıtıyor, eğip büküyor, mahvediyor. Gerçek okur, kişisel gelişim değil, kişisel gidişim ya da kişisel çelişim kitapları okur. Çelişkisi olmayan kişi, mutlu kişidir ve Brecht’in dediği gibi sadece aptallar her zaman mutludur…

Kitaplar çözüm bulmak için değil, soruları, çelişkileri çoğaltmak içindir. Gerçek kitaplar, bize aradığımız cevapları hemen vermez, sorular sorar, sorularımızı çoğaltır, yalnız bırakır. Bu ülkenin yeni kuşakları, sürü halinde gezdiği için de okumaya uzaktır. Yalnız kalmaktan korkarlar.
Bir de başarı takıntısı var tabii. Başarılı yazar, başarılı bilmem ne. Başarılı yazar ne demek arkadaş. İnsan başarılı olmak için mi yazı yazar! Başarı, stratejistler içindir. İyi edebiyat bize, başarının, başka insanların başarısızlığı üzerine kurulduğunu anlatır.

– Okurluk da son yıllarda biraz popülerleşti kanımca. Deniz kenarında kitaplı fotoğraf paylaşımlarını sosyal medyada çokça görmeye başladık. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu iyi bir şey bence. Kitabın fetiş nesnesi olarak da önemli olduğunu düşünüyorum. Tabii ki “insanlar bir şey okusun da ne okursa okusuncu” değilim fakat çok güzel kitapları, çok güzel fotoğraflayan, alıntı geçen, böylece takipçilerine yayan insanlar var. Zira iyi kitapların reklamlarını, kitap eklerinde çok göremezsiniz. Kılıf satan kitapçılarda da sıklıkla bulamazsınız. Bunlar hep bir tekelin ayaklarıdır. Bu açıdan kitap, yeni bir dolaşım alanı daha buldu sosyal medyada. Kitap gezinsin de nerede, nasıl olursa olsun, gezinsin. Zararı yok.

HIGGS BOZONU’NU KONUŞUN MESELA. PASSOLİ’NİN İMGELERİNİ, SAUSSURE’Ü KONUŞUN. SINIF SAVAŞINI, VERLAİNE’İ KONUŞUN YA DA KUANTUMU…

– İyi okur olmak için neler tavsiye edersiniz?


Gündemden kopun arkadaş! Güncel siyaset gündeminden demek istiyorum. Yanlış anlaşılmasın: Ölümleri, ölenleri, cinayetleri ve katilleri unutun demiyorum. Güncel siyasetin çapaklarından, leşliğinden kopun. Biri çıkıp kürtaj diyor, bir hafta bu konuşuluyor. Biri çıkıp kadın etek giymesin diyor, on gün bu gidiyor; üstelik bu tartışmalar bir yere de varmıyor. O zaman? O zaman oturup Higgs Bozonu’nu konuşun mesela. Passolini’nin imgelerini, Saussure’ün disiplinlerini konuşun. Sınıf savaşını konuşun. Verlaine’i konuşun. Kuantumu konuşun. Kieslowski’nin filmlerindeki şişe imgesini konuşun. Satranç oynayın, ebru kursuna gidin, İspanyolca öğrenin, hiçbir şey yapamıyorsanız âşık olun, sevişin. Ötesi, gününüzü boş geçirmektir. Her gün bir resim, bir hikâye, bir şarkı, bir şiir; çok mu zor!

 Atölyenizi Kadıköy’de de yapıyorsunuz. Kadıköy’ün edebiyat ortamına/okurlarına/yazarlarına dair gözlemleriniz neler?
Kadıköy’ün okuru, ciddi ve ilgili bir okur. Bir kere semtte butik kitapçıları var Kadıköylünün. Yani taşlı telefon kılıfı satmayan cinsten kitapçılara da denk geliyorsunuz. Sahafları var ki hazine. Çay dışında şansı da var Kadıköylünün (günümüz çay edebiyatı ayrı bir pislik konusu çünkü, başka röportajda konuşulmalı), bira içebiliyor, birahaneleri var; çarşıları var sonra, balık pazarı şıkır şıkır. Bunlar çok güzel. Edebiyat dergilerine Kadıköy’den ulaşmak kolay. Bana getto duygusu yaşatıyor halen sizin bu semt! Kadıköylü okurların atölyeye ilgisinden de oldukça memnunum. Derslerimiz hep dolu dolu geçiyor.

Röportaj: Gökçe Uygun
Gazete Kadıköy