Mahal Dergi, röportaj

Şairlik ile başlayıp öyküye avuç açtınız, sonrası için ne dersiniz?

Avuç açmak doğru bir deyim değil. Hayatımda kimseye avuç açmadım. Hele bir edebi türe avuç açmak aklıma bile gelmedi. Edebiyat öyle yalvararak yapılan bir şey değil. Bir bakmışsın ki kağıdın başına sürükleniyorsun, masadasın… Elin yüzün kan ter içinde yapılan bir iş bu. Zaten bir etkiyle kâğıda gömülmeyen yazar, has yazar değildir.

Türler araçtır. Elinizdeki malzeme size kendisini nerede kullanacağınızı söyler. Türk edebiyatımızda “şununla başlayıp bununla devam etmek” gibi, yüz yıllık bir klişe var. Bu, öykü yazdıktan sonra roman yazan kişilere de çok yöneltilir, romana geçti denir. Ne demekse o. Sanki roman, öykünün bir devamıymış gibi. Oysa bu bir yoldur. Yolun üzerinde çeşitli duraklardır türler. Bazen birine, bazen diğerine uğrarsın. Kimse kimseye avuç açmaz. El ele tutuşur, bir süre devam eder, sonra ötekine uğrarsın. Onlar hancıdır. Şiir yazdım, roman, öykü, deneme yazdım. Şimdi bir roman daha yazıyorum. Yoldur dedim ya, yol insanı nereye götürürse diyelim. Sırada bir şiir kitabı bekliyor. İki deneme projesi var. Yolu sevmek gerekir, türü değil.

Z kuşağının okur yazarlığı üzerine birkaç kelam istesek, ne dersiniz?  Son dönemin yazarlığı -Türk Edebiyatı özellikle -peki ?

Her dönemde iyi okurlar da olacak, kötü okurlar da… Bu tarz genellemeler zor işlerdir. Yanlış şeyler söylemek olasıdır. Ama belirlemeyi şöyle koyabiliriz: Örneğin sadece İçimizdeki Şeytan’ı okuyup Ruh Adam’dan hiç haberi olmamış okur kötü okurdur. Yazar diye Bukowski’yi bellemiş ama William Burroughs’u duymamış okur, işe yaramaz. Sadece Ahmet Ümit ve Livaneli romanlarını roman diye değerlendiren okur, üzgünüm ama ortalamadır. Bunlar kötü diye demiyorum. Ama okurluk da yazarlık kadar yetenek isteyen bir şeydir. Okuyacağın kitapları Hürriyet kitap ekinin jürisinin arkadaş listelerinden seçiyorsan, orada sorun vardır.

Son dönemin yazarlığını iki cümleyle özetleyebiliriz. İki milyon çocuk işçimiz vardır, bir kişi de çıkıp yazmaya tenezzül etmez. İki milyona bir Orhan Kemal düşmez bugün; herkes küçük Borges, mini minnoş Cortazar’dır! Henüz 15 Temmuz’un doğru dürüst bir romanı bile yazılmadı. Türkiye’de yazarların belli bir kısmı Norveçliymiş gibi davranıyor. Koca pandemi döneminde bir sürü müzisyen intihar etti, birinin öyküsünü görmedim, bir sürü kargocu öldü, yok ortada edebiyatımız. Edebiyat kaçıyor. Ey eski camekân ey diri çiçek, diyordu Turgut Uyar, “biz olmasak şunlara bunlara kim sövecek”, şehit aileleri bile layıkınca giremedi henüz her şeyin girebildiği edebiyatımıza. Otuz yıl süren savaşta akan bunca kanın bile hakkıyla yazıldığını göremedik. Yakup Kadri ile Halide Edip, cephedeki çadırlarından yazıyordu. Neyse… Kaldı ki ben Türk edebiyatının nicedir Türk olduğunu bile düşünmüyorum. Zaten adını da Türkçe Edebiyat, Yerli Edebiyat şeklinde değiştirmeye kalkıyorlar bugün. Başarabilirler mi! En fazla attıkları Tweet’leri silerler. Ötesi çok zordur. Öyle büyük bir mirasımız var ki bir gün hakkını vereceğiz.

Onur Caymaz kimdir , öncesi sonrası geleceği hakkında bize ne dersiniz ?

Bilmem kimdir. Turgut Uyar’ın o diri çiçeği olmak isterdim belki, “tatil bitti, güzel hasır şapkamı bir bıçakla değiştim / suyumuzu kestiler işte ama masamda o diri çiçek” dediği şiirdeki çiçek. Olamadım tabii, o ayrı. Öncem, sonram, geleceğim… Bunlar hakkında sanayiciler, ekonomistler, CEO’lar doğru ve stratejik şeyler söyleyebilir, analiz onlarındır; ben şairim, diri çiçek, nasıl söylerim…

Cümleleri kalbimde yara açtı , hikayeleri beynimi yokladı dediğiniz yazarlar kimlerdir ve siz bu yazarlardan nasıl etkilendiniz ya da etkilendiniz mi ? Ne dersiniz ?

Etkilenmeyen insandan yazar olur mu? Benim sevdiğim o kadar çok yazar var ki birini söylesem diğerine zarar. Az evvel andığım büyük edebiyatımızın mirası, sonra dünya edebiyatının ustaları… Çok yani!

Dijital dünya ile gerçeklik arasındaki algınız nasıl, sürekli ret yiyen amatör yazarlara ne dersiniz ?

Gerçek ne bilmiyorum ama gerçek dedikleri dünyada da bir arazim, malım mülküm olmadı, metaverse zemininde de olmayacak. Sokağa, çarşıların damarlarına akıp dolanmayı her zaman daha çok önemsedim. Hayatı Twitter’daki like sanan çok fazla insan var. Çoruh Nehri’nin kıyısındaki bakkal Muhittin’in gündemi başka oysa.

Editörlerin, yazdıklarını kabul etmediği arkadaşlara önce kendilerinin editörü olmalarını, sonra da yazdıklarını kabul etmeyen editörlerin editörlüğünü değerlendirebilecek kadar okur olmalarını öneriyorum. Türkiye’de yeteri kadar profesyonel bir editörlük kurumunun kaldığına da -üç beş şövalyeyi dışarıda tutarsak- çok inanmıyorum. Umutsuz muyum, hayır; diri çiçek!

Yasemin Seven ERANGİN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir