küçük İskender, Bir Şiiri Bitirdiğinde…

dağlar çığlık çığlığadır kâğıdını çıkarınca daktilodan
son harflerini basarken patlar silah satışları şehirde
bilmediğim sokaklarda ünleme benzer karanlık adamlar
sırları var: örgütlenmişler; kalın camlı kahverengi şişeler
bira çürüğü kerpeten, soğuk yaldızlı çekiç ve el bombası
derken fosforlu yelek cebinde turne kapsamında böcekler

bitirirken bir şiiri İskender, ışır şehirde yatılı okul pencereleri
dünyanın tüm suları, akıp gitmek için dalgalanır dizelerinde,
dizler kan içinde, dişlerde birkaç çürük, tırnaklar muntazam
gözlük kullanmaz yazarken şehrin Memed’i, İnce İskender
deli okyanusta kaybolup gidecek beğenmeyip attığı kıtalar
çocukların derisini yüzer, kadınların denizini, erkekler yıldırım
doru atlarla uçup fişekler kuşanarak inerken kahpe Pera’ya
durur hâlâ, sondan iki önceki o eski evinde kalan kasetler

İskender, bir şiiri söküp daktilonun ağzından tekrar okurken
bilet olarak kullanılabilir cehenneme bu solgun pelür kâğıt
başsağlığı telgrafı, barış antlaşması ya da tehdit mektubu
müzelerin sessiz yerlerinde, taşlar arasında loş kış sabahları
birbirinin dudaklarını kanatarak öpüşen iki liselinin aşk anıtı
eninde sonunda kâğıtlar, her şey bir kâğıt olacaktır zaten
İskender’dir, şair, hayatın orta yerine fırlatılmış aşk yanıtı

saatler boşa dönmez artık, otobüsler, tabii ki tam vaktinde
sıcak yaz geceleri sevişmek için ter içinde uyanıp aniden
bir şiirini bitirirken İskender, elinde kırmızı kan kalemi
nisan sularında hülyalı, genç kapıcı kızları içindir son dizesi
Bayburt’tan geçerken kokular çocuk, Çoruh bahar mı kış mı
ırmaktır deli sevinç, donsam mı diye düşünür, taşsam mı

Derman İskender dizelerini karton yangını dosyasında saklarken
Ankara Caddesi’nden Cağaloğlu’na doğru, dergilere verecek
dumanlı korkunç bir kar inecektir Erzurum’dan ötelere doğru
Bamsı Beyrek selam eder Hektor’a, yolun ıssızında bir yerden
beyhude adalet, soyunur ovada, ağzındaki bıçakla, mayıstı
şair herkesi böyle başlar bağışlamaya ve derken Kapalıçarşı

çıkıp Gülbağ’dan Mecidiyeköy’e doğru yokuşu sabah 7.45’te
kan aranıyor anonsları gıcırtılı, titrek dur ihtarı, kılçıklı ruj izleri
biriktirenle biriktirilen karışır otobüslerin yağlı penceresi önünde
şehirde hâlâ çilek hoşafı yapan kuytu lokantalar var İskender!
karışıyor birbirine, karışıyor eşya tabiata çözülüp cisminden
eşya, yakınlığını sorgulamak zorunda kalıyor tarafsız doğayla
ay çözülüyor, an çözülüyor, ah çözülüyor ve kâinat paramparça

kopçalar çözülüyor durmadan, eller, parmak kemikleri, çarşaflar
şarap alır mısın diye sorarlar işe giderken, 7.45, bir kadeh Bourdaeux
ve alın kemiğimdeki çatlaklar, kan revan, iskelelerde ter, buğu içinde
sonra dönüş yolu, son vapurlarda duyduğum sancı ve on dokuz yaşım
Narmanlı Han girişinde taş merdivende bira içiyoruz kimi hayaletlerle
posta kutusunda edebiyat dergisi, 1996, ilk kez sen şiirini bitirirken
keklik besleyen deli kadın vardı avluda, kibrit alevinde kül oldular
St Antuan’ın az ötesindeki muhallebiciyi yangınlar mıydı yok eden!

ve sonra at yarışları ve plaklar ve caz mavisi Veli Bar’ın sokağında
uzayda bir yerden uçup gelmiş kelebeğin dağılıyor kristal kanatları
bir sabah çok erken, gün henüz doğmuş, çırılçıplak, çamur, barikat
konserve kutuları, ölü kediler yalnızlığında Kürt börekçiler, fedai
Derman diyorlar sana, sana takvimler, uzun yalnız sen, büyük kırık
Derman İskender Över, sen şiiri bitirirken kaydı dünyanın ekseni

sana çay; dinlenirsin biraz şair! fay demlesem, düşmen için
bir şiiri bitirirken sen ola ki Amsterdam’da barlar kıpkırmızı
tütün işçilerini hatırladın yazarken, yanık yerlerinde dünyanın
dinlenirsin biraz, otur, öl ve parçalan kayalıklarda! ay demlesem
devrim bir ihtimal falan değildi, hiç olmadı zorgeneral İskender
Darmstadt’da kilisenin önünde, ağır duman içiyordu sakallılar
parktaki punk’çı elemanların arasında jiletli yüzler, kan çizikleri
kahvaltıda jilet yer bunlar, öğlen maket bıçağı, akşam matkap
de gülüm, yüzümüzü bereleyip ineriz dünyaya kışın biz de
yüzün Edirne ayazı Derman İskender, sen şiirini bitirdiğinde

sonra gelincik papatyaya bakıp dudak büzer, seninki beyaz mı der
Azra’dır dayı dayağından, mektupları yere fırlatır postane önünde
kombisi açılmamış odaların duvarlarında Che resimleri, Pink Floyd
hiç zaman kalmadı artık bak, madde tükendi, mana bitti, sonu yolun
şair, bir sigara daha iç de öyle kalkıp bırak bizi ellerine boşluğun
savaş belgeselleri, kimliği belirsiz hocalarla karate ve keş kuaförler
ve sana şiirini bitirdiğinde bir tay demlesem, koşup içmen için
zaman karşısında insan bit; bitler incisidir fukaralığın İskender

gücüm yok şiiri bitirecek, dursun, herkes gitti hep, sen de gittin
yeşil kül tablamda yok oldu İstanbul, biraz huy demlesem
Edip’in öldüğü gün doğan şair, Madımak Katliamı’nda ölen
hangi kıtadayız gece başlarken, nerede olumsuz, nasıl bir mezar
meğer yalnızmışız, özür diliyormuş periler meğer ovada, meleksiz
herkesin herkesi sevişirken sona doğru bıçakladığı çağımızda
kahraman olmaya yeltenmiş ellerimiz varmış, ellerimiz son kişot
Varlık’ta falan değil, Avrupa’da festivaller falan, ne münasebet
bize genç arkadaşların, Muş’ta bir üniversite kantininde üşürken
fotokopiyle çıkardığı fanzin gerek, daha çok fırtına, daha büyük
bize eski zamanlardan bu yana kalmış, delice dimdik bir höyük

batarken her yolcunun yüzüne yüzünü değdirmek isteyen kaptan
her yolcuyla oturup votka içmek için çıldıran deli tayfa batarken
sayemde ölüme gidiyorsunuz diyen vapur! ne fena, kış geliyor
sana biraz çiğ demlesem sabahın buruşuk alnında yanarak sönen
zarif kararlar var, bir mevsim daha biter birazdan şanlı İskender
çıkarırken kâğıdını cebinden, koyarken kan ter içinde çekmeceye
masasında çeşit çeşit bıçak, sigaralar, fularlar, baltalar ve ustura
öyle yazılıyordu çünkü eskiden şiir, şimdiyse boktan bir çete

dağların dizleri titriyor, savaş hatları dayanmıyor ve stepler
Şahkulu Sokak’taki merdiven, Karaköy’de küçücük aralık
İlhan eski Bizans’ta kâhindi, Turgut kışlasındaki deli büyücü
sana gelince, ayrılıkları öğretmek için bize, derimizi yüzdün
hatırlasana Frankfurt’ta sabah, alkolsüz birayla doğarken gün
şık giyinmek gerekliydi diye düşünmüştüm, katiller iyi giyinir
ilk kez öpüşür gibi bir kadınla, çürümüş vişneler, ah İskender
en büyük zorgenaral, sana biraz… sana biraz… konuşsana
bilemiyorum ki nasıl, nedir, ne zaman devrilip gitti bunlar
bitirmeye artık gücüm yok şiiri falan, hepiniz gittiniz, hep
Ferhan abi, Leyla abla, canım Erhan Bozkurt, kalbim ve sen
şu şiir bitince, yani biterse, kalkıp sana biraz hû demlesem!

Eylül – Kasım 2022

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir