Tekel işçilerine…Emekleri için
bir kitap: Turgut Uyar- Tütünler Islak
ama olsun kuruyorlar güneşte, kuruyacak
bir bayrak: saçları dalgalanan nazlı kızlar
ince çatlak dudaklarına değiyor mavi nefesi
ey yaşlı yeryüzünün o kaypak sınır bilgisi
sarılıyor ince ak kâğıda, delikanlı, yele verilecek
zeybek kız saçı der adına, zulüm der mahkûm
mahpus mektup, sayılı gün der asker, günler sayılmaz
sürgün hasret der de çeker içine sılayı yakar yakmaz
dilekçe der köylü, devlet kapısı, arzuhalcinin kasketi
bir yüceden üzgün kararmış ayaklara eğilir dağlar
çok olur ki dinlenir toprak, gencelir uykusunda
kolay değil bin yıl kışladık göğsünde diklenir bahar
ey dünyanın bütün borsalarından arta kalan keder
bizim içindi barkodlarla belirlenen haritalar ve hayat
öte yanda çelebi harfleriyle ıslanırken bez pankart
kredi kartı taksitleri, alın teri ve akşam kursları
iç sızısı senetler, bonolar, bordrolar bizim içindi
ey soba borularının durmadan söndüğü şey kış günleri
söyle, söyle, söyle şimdi bize yanıp gitmiş trenleri
ey delice koşup terlediği şey özgür, ölümsüz atların
dokun ve karart şimdi geçici vergileri, yıllık izinleri
bırak kırmızıdan yağmura dönsün trafik lambaları
karart şimdi hüznü öylece ışısın, çek perdeleri
bu kez açlığa kaldırıp çileli ellerini
gökyüzünden geçmiş yüzlerce tanrıdan yanık izleri
bu kez Hamdullah Uysal; işçi, sabahın erinde
iki yetim, portakal kabukları, sıcak ekmekler
emekle yaşayan bir şey vardı yüzünde
can veriyor bir cipin altında bu kez sarı tütün
bu kez ince boyunlu likör şişelerinin namusu
kan karışıyor, kan vardı zaten her yerde
can veriyor kuytusunda, defterinizde çizgidir
bir rakam istatistiklerde, haber bültenlerinde
çalıntı gerilim müziği: Requiem For a Dream
ne diyelim, bistrolarda falan, fularımız filan işte
hiç anlamadığımız alıntılarla coşarız mirim
devlet nedir, nedir birinin yokluğunun artı değeri
günde on ikiyle bir arası, yılda iki hafta yaşamak nedir
bakarsın yağı inceden hesaplanmış öğle yemekleri
üzüm hoşafı nedir, nedir fasulye, pilavın buğusu
bak sabahtır, atölyelerden caddelere akıyoruz masmavi
öyleyiz, karanlıkta bıçağını biliyor biri, yalnız değiliz
bakarsın hesap sormak gerektir, nöbetçidir kardeşlerimiz
pavyonları karart, eski sinemaları, bin yıllık meydanları
durdur yavan şarkıları tekinsiz marşlarda sıra
ey yoksul sözcüğü! öksüz çocuğu Türkçe’nin, siyah ceketli
büyük kulüpleri karart, sömürüyü, iş takipçilerini
de ki yolların çamuru akıyor televizyon dizilerinden
karart parti başkanlarını, sahibinin köpeği haber bültenleri
kimse yaşamıyor, ölmüyor kimse romanlarda, şiirlerde
payımız var diyorlar şimdi ekmeğin beyazında bizim de
alnımızın yazısında diyorlar alevi var kömürün
yıllardır gezinir o mavilik gökte sesimizi koyduk
saraylara dikleniyor bizimkiler çadırları soğuk
brandalar diş biliyor satene, ey tenha pazar dönüşleri
anlat nasıl oluyor mavi naylon poşetler, gökdelenlere
ıslağında tütünün, denizin çıplağında, tuzun acısında
ayaza kesiyor da şehir söndürüyorlar lambaları
şalterleri indiriyor bir sabah kahverengi çocuklar
çırpınan kantların tutuşturduğu şarkılar okuyup
Zonguldak diyorlar, Samsun diyorlar, Ankara
türkü oluyor geceler yalınkılıç yıldızlarıyla
ey acılı su bildin mi bizi, payımız var tadında
can yürüyor dallara, cemre düşüyor şubat gecesi
bir rüzgar: sarıyor dört yandan bereketli tarlaları
bir urgan: sallanıyor ölülerimizin titrek yaprakları
politik görüşmeleri umurumuzda değil artık
toplantıları değil, ekonomik kararları,bürokratları
ey ölüm sözcüğü! ince kafiyesi Türkçe’nin ütüsüz
birbirlerinin ellerine verdikleri diplomatik notaları
beni bildin mi sen beni, unutuyordun yıllardır
yüzüm bir avuç, solgun, kaşık kadar, kan senindir
ölerek yaşadım bin yıldır, anarak çatlayan narı
duvar: dispanserin, mahkemenin, sigortanın
salya: ağzı köpürmüş liberal demokratın
koyu boşluklar koyuyorlar nedense arka sayfalara
bildin mi bizi çeteci, unutuyordun yıllardır
köy dernekleri var ya sıkışmış işhanlarına
bir sesi, hani ayazda okula giden çocukların
olur ya, sabah beşlerde kaynayan çayın kan rengi
ey güvenlik güçleri, ey kolluk kuvvetleri devletin
severiz o kutlu mayadan yoğurduğumuz ekmeği
biz veriyoruz bin yıldır hayatın ateşini suyunu
solgun gri: karakolun, jandarmanın, evrakın, ivedi
bir yankı: söz vermiştim, yazmayacaktım, değmezdi
fakat dönüp geldim direnişin orta yerinden
ses buldum çiçeğime, el aldım pir’imden, dönüp geldi
şiirdi: kaldırmak ayağa tutup yere düşeni yerinden
şiir: baştan sona asgari ücretle Anadolu, geçim derdi
şiir, en kuşbakışı kelimesi Türkçe’nin, karanfilli mendil
meydanlarda diziyorlardı yazgıyı, evet isyan esas şimdi!
şiir: tam da şimdi yazılıyor susmadan, yazılacak!
bir kitap: Turgut Uyar – Tütünler Islak…